Ana içeriğe atla

Irk ve Etnik Köken

Sessiz Haritalar: Irksal ve Etnik Kimliğin İzleri

Irk ve etnik köken en derine kazınmış kimlik katmanımızdır, aynı zamanda sosyal eşitsizliklerin yeniden üretildiği bir zemin olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu yazıda, hem sosyolojik kuramlar hem de kişisel gözlemler ışığında, ırksal ve etnik kökenin kimlik üzerindeki etkilerini ve bu yapıların toplumsal eşitsizlikle nasıl kesiştiğini tartışmaya açacağım. Nitekim kimlik, Yanık’ın (2016, s. 45) da vurguladığı gibi, sosyal bilimler alanındaki en temel kavramlardan biridir.


Toplumsal yaşamda sıkça karşılaşılan ancak çoğu zaman birbiriyle karıştırılan iki kavramdır: ırk ve etnisite. Sosyolojik açıdan bu kavramlar, bireylerin kimlik inşasında ve toplumsal konumlanmalarında önemli rol oynar. Irk, tarihsel olarak biyolojik farklılıklara (ten rengi, saç tipi, yüz hatları gibi) dayandırılarak tanımlanmış; ancak günümüzde sosyologlar tarafından büyük ölçüde sosyal olarak inşa edilmiş bir kategori olarak kabul edilmektedir. Genetik araştırmalar, insanlar arasında bilimsel anlamda net “ırk” ayrımlarının olmadığını ortaya koymuştur. Örneğin, “Afrikalı Amerikalılar” ifadesi, biyolojik değil tarihsel-siyasal bir kategoriyi temsil eder; toplumun onları nasıl tanımladığına dayanır. Etnik köken ise bireylerin ortak bir kültürel mirasa, dile, dine, geleneklere veya tarihsel kökene dayalı olarak oluşturdukları kültürel aidiyet biçimidir. Etnik kimlik, sadece dışsal farklılıklarla değil; kişinin kendini ait hissettiği toplulukla kurduğu öznel bağla da şekillenir. Örneğin, Türkiye’de “Kürtler”, “Lazlar” veya “Zazalar” gibi gruplar, etnik topluluklara örnek olarak verilebilir. Ortak dil, müzik, gelenek ve kolektif hafıza bu aidiyetin unsurlarındandır. Bu bağlamda, ırk daha çok dışsal ve görünür farklılıklara gönderme yaparken; etnisite, kültürel ve tarihsel bağlamda şekillenen bir kimlik biçimidir. Her iki kavram da sadece bireysel kimliğin değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizliklerin oluşumunda da kritik roller üstlenir.

Irk ve etnik kökenin birey ve toplum nezdindeki işlevini anlamak için sosyolojik kuramlara başvurmak kaçınılmazdır. Emile Durkheim, kimliği toplumsal bütünlük sağlayan kolektif bilinç üzerinden tanımlar ve bireyin içine doğduğu grubun normlarıyla şekillendiğini savunur; bu bağlamda etnik aidiyet, dayanışma ve düzen için işlevsel bir yapı sunar. Max Weber ise etnisiteyi, bireylerin ortak kültür, dil ve geleneklere dayalı olarak oluşturdukları öznel bir aidiyet biçimi olarak değerlendirir; ona göre etnik kimlikler, sosyal tabakalaşmanın ve statü gruplarının belirlenmesinde etkin rol oynar; örneğin Weber’in tanımına göre bir etnik grubun varlığı, “ortak atadan gelindiğine, benzer geleneklere sahip olunduğuna dair inançla" şekillenir. Michel Foucault ise kimliği söylem üzerinden analiz eder; iktidar mekanizmalarının bireyleri tanımlamak, sınıflandırmak ve dışlamak için kullandığı söylemlerde ırk ve etnik kökenin merkezi bir yer tuttuğunu vurgular. Bu anlayışa göre etnik kimlik, yalnızca kültürel bir aidiyet değil, aynı zamanda bireyin nasıl yönetildiğini, hangi kategoriye yerleştirildiğini ve ne tür dışlamalara maruz kaldığını belirleyen bir güç ilişkisi aracıdır; nitekim Foucault’nun perspektifiyle “ırksallaştırmak; doğallaştırmak, ebedileştirmek ve hiyerarşileştirmek” anlamına gelir (Wacquant, 2024). Sonuç olarak, etnik köken ve ırk, Durkheim’da bütünleştirici bir yapı, Weber’de statü belirleyici bir unsur, Foucault’da ise dışlayıcı bir söylem stratejisi olarak farklı sosyolojik açılardan analiz edilir; bu da bize kimliğin sadece bireysel bir gerçeklik değil, toplumsal düzlemde inşa edilen ve sürekli yeniden tanımlanan bir yapı olduğunu gösterir.

İnsan toplumlarında ırk ve etnik köken kavramları, tarih boyunca hem kimlik inşasının hem de toplumsal eşitsizliklerin belirleyici unsurları olmuştur. Antik çağlardan itibaren farklı gruplar, dil, din, kültür ve coğrafi köken üzerinden tanımlanmış; bu tanımlar zamanla hiyerarşik yapılara dönüşerek ayrımcılığın zeminini oluşturmuştur. Örneğin Antik Yunan’da “barbar” kavramı, Yunan olmayanları dışlayan bir etnik sınıflandırmaydı. Orta Çağ’da ise din temelli ayrımlar, etnik kimliklerle iç içe geçerek Yahudiler, Müslümanlar ve diğer gruplar üzerinde dışlayıcı politikalar üretmiştir. Modern dönemde, özellikle 18. yüzyılda Avrupalı antropologlar tarafından geliştirilen “ırk teorileri”, ten rengi ve fiziksel özellikler üzerinden insanları kategorize etmiş; bu da köle ticareti ve kolonyalizmin meşrulaştırılmasında kullanılmıştır. Cape Town Üniversitesi’nden Tim Crowe’un da belirttiği gibi, bu sözde bilimsel sınıflandırmalar beyaz Avrupalıların üstünlük iddialarını desteklemek için araçsallaştırılmıştır. Durkheim’ın kolektif bilinç kuramı, etnik aidiyetin grup içi dayanışmayı pekiştirdiğini savunurken; Weber, etnik kimliği kültürel farklar ve statü grupları üzerinden tanımlar. Foucault ise etnik kimliği söylem ve iktidar ilişkileri bağlamında ele alır; ona göre ırksallaştırma, bireyleri tanımlama ve dışlama stratejisidir. Bu kuramsal yaklaşımlar, tarihsel örneklerle örtüşmektedir: Holokost, etnik kimliğin nasıl ölümcül bir dışlama mekanizmasına dönüşebileceğini gösterirken; ABD’de Afrikalı Amerikalıların kölelikten günümüze uzanan mücadelesi, Weber’in statü ve ekonomik erişim ilişkisini doğrular niteliktedir. Türkiye bağlamında ise Osmanlı’daki millet sistemi, etnik grupların dini temsillerle tanımlandığı bir yapı sunarken; Cumhuriyet döneminde ulus-devlet inşası, etnik kimliklerin görünürlüğünü sınırlamıştır. Günümüzde Kürtler, Romanlar ve mülteciler gibi gruplar, hem medyada hem kamusal alanda dışlayıcı söylemlere maruz kalmakta; bu da Foucault’nun dışlama mekanizmalarıyla birebir örtüşmektedir. Tüm bu örnekler, ırk ve etnik kökenin yalnızca bireysel kimlik değil, aynı zamanda tarihsel, kültürel ve politik bir yapı olduğunu; sosyolojik kuramların bu yapıyı anlamlandırmada ne kadar işlevsel olduğunu göstermektedir. 

Hayvan toplumlarında grup aidiyeti, dışlama ve sosyal hiyerarşi gibi davranışlar, insanlardaki ırk ve etnik köken temelli ayrımcılıkla şaşırtıcı biçimde örtüşen örüntüler sergiler. Örneğin şempanzeler, kendi grubuna ait olmayan bireylere karşı agresif davranışlar sergileyebilirken; merkatlar grup dışı bireyleri fiziksel olarak dışlayarak sosyal bütünlüğü korurlar. Bu davranışlar, sosyolog Fredrik Barth’ın “etnik grup kapanması” kavramıyla örtüşür: gruplar, kendilerini diğerlerinden ayıran sınırları sembollerle ve davranışlarla korur. Pangea döneminden itibaren evrimleşen türler arasında timsahlar, at nalı yengeçleri ve tuataralar gibi canlılar, milyonlarca yıl boyunca grup davranışlarını koruyarak hayatta kalmışlardır. Örneğin timsahlar, yaklaşık 80 milyon yıldır su kenarında av bekleyen, grup içi rekabetten uzak yaşayan canlılar olarak varlıklarını sürdürmektedir. Tuataralar ise Yeni Zelanda’da deniz kuşlarıyla simbiyotik bir ilişki kurarak, onların yuvalarını barınak olarak kullanır ve dışkılarından besin zinciri oluşturur. Bu türler, evrimsel olarak grup aidiyetini koruyan ve dışlayıcı davranışları sürdüren canlılar olarak, insan toplumlarındaki etnik sınırların biyolojik değil kültürel olarak nasıl inşa edildiğini anlamamıza yardımcı olur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, hayvanlardaki bu davranışların insanlardaki ırksallaştırma süreçlerini “doğallaştırmak” için kullanılmaması gerektiğidir. Çünkü modern genetik araştırmalar, farklı “ırk” grupları arasında genetik çeşitliliğin düşündüğümüzden çok daha az olduğunu ve hatta aynı “ırk” içindeki bireyler arasında daha fazla genetik fark bulunabileceğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla hem Pangea’dan bugüne evrimleşen hayvan türleri hem de insan toplumlarındaki grup davranışları, aidiyetin evrimsel kökenlerini anlamamıza yardımcı olurken, ırk ve etnik kökenin kültürel ve söylemsel olarak inşa edilen yapılar olduğunu da açıkça gösterir.

Irk ve etnik köken, hem aidiyetin hem de ayrımcılığın zeminidir. Bu yazı, bize farklılıkları anlamanın sadece bir entelektüel çaba değil, aynı zamanda birlikte yaşamın anahtarı olduğunu hatırlatıyor. Aynı toprakta farklı köklerle var olmak mümkün yeter ki birbirimizin hikâyesini duymaya açık olalım.



📚 Kaynakça

  1. Yanık, C. (2016). Etnisite, Kimlik ve Milliyetçilik Kavramlarının Sosyolojik Analizi. Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (26), 41–60. DergiPark

  2. Vikipedi Yazarları. (2025). Irk ve etnik ilişkiler sosyolojisi. Vikipedi. https://tr.wikipedia.org/wiki/Irk_ve_etnik_ili%C5%9Fkiler_sosyolojisi

  3. Wacquant, L. (2024). Racial Domination, Racialized Bodies. Cape Town Üniversitesi Sosyal Antropoloji Konferans Notları.
    (Alıntı referanslandırması Foucault’nun biyoiktidar kavramı bağlamında kullanılmıştır.)

  4. Sosyologer. (n.d.). Sosyolojide Irk ve Etnisite Nedir? https://www.sosyologer.com/sosyolojide-irk-ve-etnisite-nedir/

  5. Educareforma. (n.d.). Irk ve Etnisite: Tanım ve Farklılık. https://educareforma.com.br/tr/irk-ve-etnisite-tanim-ve-farklilik

  6. Onedio. (2023). Toplum İçinde Sık Sık Birbirine Karıştırılan Irk ve Etnisite Kavramları. https://onedio.com/haber/toplum-icinde-sik-sik-birbirine-karistirilan-irk-ve-etnisite-kavramlari-hakkinda-bilmeniz-gerekenler-1105313

  7. Crowe, T. (n.d.). Race and Colonial Science. Cape Town Üniversitesi.
    (Bu kaynak, modern genetik çalışmalarla birlikte tarihsel ırk anlayışlarının eleştirisi bağlamında kullanıldı.)

  8. Barth, F. (1969). Ethnic Groups and Boundaries: The Social Organization of Culture Difference.
    (Kuramsal bağlamda etnik grup kapanması üzerine referans olarak kullanıldı.)

  9. Darwin, C. (1871). The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex.
    (Etolojik gözlemler için tarihsel çerçeve desteği olarak değerlendirildi.)


Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan ve Hayvan Toplumlarında Sapma ve Sosyal Kontrol

  SAPMA VE SOSYAL KONTROL